Çevremizdeki insanlar kişiliğimizin oluşmasında anne, baba ya da çevremizin mi daha etkili olduğunu merak eder. Bir çocuğun nasıl geliştiğini belirleyen nedir? Bir çocuğun nasıl bir kişiliğe ve karektere sahip sahip olacağına etki eden her faktörü bilmemiz mümkün değil fakat araştırmacılar bilgi birikimiz çerçevesinde bazı etkenleri her yönden araştırmaktadırlar. Bunlar genetik, ebeveynlerin tutum ve davranışları, çocuğun deneyimleri, ve edinilmiş tecrübeler, arkadaş çevresi, aile ortamı, ekonomik yeterlilik, eğitim ve ilişkiler gibi şeyleri içermektedir. Araştırmacılar, bu faktörlerin rolünü anlayarak, bu tür etkilerin çocukların gelişimine nasıl katkıda bulunduğunu daha iyi belirleyebilirler. Kendi genel kişiliğinizi düşünün. Bugün sizin ne kadarınız genetik geçmişinizle ne kadarı.?
Bu soru yüzlerce yıldır felsefe, psikolog ve eğitimci, biyolog ve araştırmacıların konusu olmuştur. Doğanın (genetik alt yapımız, Nature) veya beslenmenin (çevremiz, Nurture) sonucu muyuz? Bugün, çoğu araştırmacı, çocuk gelişiminin hem genetiğin ve hem de beslenmenin karmaşık bir etkileşimini içerdiği konusunda hemfikirdir. Gelişimin bazı yönleri biyolojiden güçlü bir şekilde etkilenebilirken, çevresel etkiler de bir rol oynayabilir. Örneğin, ergenliğin başlangıcının ne zaman meydana geldiği zamanlaması büyük ölçüde kalıtımın sonucudur. Ancak beslenme gibi çevresel faktörlerin de bir etkisi de olabilir. İnsanlık tarihinin en eski dönemlerinden beri kalıtımın ve çevrenin etkileşimi, çocukların kim olduğunu ve kim olacağının biçimlendirilmesinde etkili olmuştur. Bir çocuğun ebeveynlerinden miras aldığı genetik talimatlar gelişim için bir yol haritasını oluştururken, bu yol haritası çevrçevesinde bu davranışların nasıl kontrol edileceği, nasıl şekilleneceğini ise çevresel faktörler ile birlikte etkileşim halinde belirler. Doğanın ve çevrenin karmaşık etkileşimi yalnızca belirli anlarda veya belirli zaman aralıklarında gerçekleşmez, kalıcı ve ömür boyu sürer.
Bu makalede, biyolojik etkilerin çocuğun gelişimini şekillendirmesine nasıl yardımcı olduğunu daha yakından inceleyeceğiz. Deneyimlerimizin genetik ile nasıl etkileşime girdiği hakkında daha fazla şey öğreneceğiz.
İNSAN VE GENETİK
Genetik yapı canlının kalıtımsal özellikleridir. İnsan fiziksel özelliklerin yanında davranışsal bazı özellikler de doğuştan getirilir. Psikolojide kalıtım yoluyla edinilen özelliklere doğuştan gelen karekterler denir. İnsan davranışlarında çevrenin de etkisi vardır ki, bu etkilere kazanılmış karekterler denir. Bazı durumlarda ise hem genetik ve hemde çevrenin ortak etkileşimi sonucu ortaya çıkabile karekterler vardır. Örneğin şarkı söyleyebilme, hızlı düşünme, oyun oynama kabiliyeti, muhakeme yapabilme, fiziksel yapı, sosyal çevrenin de etkisi ve katkısıyla davranışların şekillenmesinde önemli bir yere sahiptir. Ama bu özellikleri de genetik potansiyelden bağımsız düşünemeyiz. Çünkü zihinsel potansiyel veya zeka kapasitesi yukarıda verilen örneklerle doğrudan ilişkilidir. Doğuştan ve edinilmiş donanımın etki miktarı davranışın türüne göre değişir. Örneğin tek yumurta ikizlerinin zekâları arasında genetiğin etkisinin %88 ilişki olduğu bir çalışmada belirlenmiştir. Fakat farklı sosyal ve kültürel ortamlarda ve çevrelerde büyütülen tek yumurta ikizlerinde ise kişiliğin ve karekterlerindeki benzerlik oranı azalmaktadır. Aynı yumurta ikizlerin aynı gen yapısını taşıması nedeniyle, bu çocukların üzerinde çevrenin de etkisinin anlaşılmasında çok sayıda bilimsel çalışma yapılmıştır. Burada önce ökaryotik genetiğin etkisi ve sonra çevrenin etkisini inceleyelim.
İnsan genomunda iki kalıtsal materyal vardır. Birincisi annenin ve babanın karekterlerini birleştiren çekirdek DNA’sı yani kromozomlar, diğeri ise anneden ağırlıklı olarak geldiği kabul edilen mitekondri DNA’sıdır (mtDNA). Gelişimin en erken döneminde en başında, bir çocuğun gelişimi, erkek üreme hücresi veya sperm, dişi üreme hücresini yumurta hücresi ile birleşmesi ile başlar. Sperm ve yumurtaların her biri, yeni gelecek yavrunun tüm özelliklerinin oluşmasını belirleyecek olan çekirdeklerindeki kromozomları içerir. Bu kromozomlar yapısal olarak sarmal bir yapıdan oluşan şifre dizilerinden oluşmaktadır. Her bir gen farklı sayıda nükleotit dizilerinden oluşmaktadır. Bu kromozomlarda bulunan genler, tüm yaşamı oluşturan genetik kodu veya talimatları içeren DNA (deoksiribonükleik asit) olarak bilinen kimyasal bir yapıdan oluşur. Sperm ve yumurta dışında, vücuttaki tüm hücreler 46 kromozom içerir. Tahmin edebileceğiniz gibi, sperm ve yumurtaların her biri sadece 23 kromozom içerir.
Bu, iki hücre bir araya geldiğinde ortaya çıkan yeni organizmanın vücüt hücrelerinde sabit 46 kromozom olmasını sağlar. Peki, her iki anne ve babadan genetik genetik kodlar, çocuğun gelişimine ve sahip olacakları özelliklere tam olarak nasıl etki eder? Bunu tam olarak anlamak için, öncelikle çocuğun genetik kalıtımını ve bu genlerin etkinlik derecesine göre gösterecekleri metabolik faaliyet çok önemlidir. Bu genlerin aktivite potansiyeli sonucunda ortaya fiziksel bir görünümü çıkar. Fiziksel görünüm (fenotip) dış görünüm anlamına gelir. Bir genotip, bir kişinin anne-babadan aldığı aldığı tüm genleri ifade eder. Fenotip ise boyu ve saç, deri rengi, veya göz yapısı, vucüt yapısı gibi fiziksel özellikleri yanında, ayrıca utangaçlık, duygusallık dışa dönüklük gibi bir çok fiziksel olmayan özellikleri içerebilir. Ruh sağlığı ve hastalığı, bilişsel yetenekler, kişilik, okul başarısı, hemen hemen psikolojinin tüm alanları için çok önemlidir. Genlerin etkinliği ve kendini gösterebilmesi anne ve babadan gelen kromozomlar üzerinde gen lokuslarındaki homolog bölgelerdeki genlerin baskınlık (dominantlık), resesiflik (çekiniklik) ve eşbaskınlık şeklinde kendini ifade etmesine bağlıdır. Yani anne veya baba hangi özellik baskınsa o özellik ortaya çıkacaktır. Veya her iki kromozomdan çekinik genler eşleşirse çekinik karekter ortaya çıkacaktır. Bazı eşleşen genler ise ortak etki göstererek, ikisinin arası bir özelliğin ortaya çıkmasını sağlar.
Mitekondri DNA’sı (mtDNA) ve kalıtım
İnsan mitokondrial DNA (mt.DNA)’si, hücre stoplazmasında bulunan, sayısal olarak anneden daha fazla gelen, 16.569 baz çifti içeren küçük, çift zincirli, hücre stoplazması içerisindeki mitekondrilerede bulunan sirküler bir moleküldür. Mitokondri ökaryotik hücrelerin, enerji üretimi görevini üstlenen ve kendi DNA’sına sahip sitoplazmik bir organeldir. Sayıları enerji ihtiyacına göre, hücreden hücreye değişen mitokondriler, 1-7 mikrometre uzunluğunda çubuk şeklinde veya 2-3 mikrometre çapında küresel yapılardır. küçük, çift zincirli, sirküler bir moleküldür. Bu sirküler kromozom herbiri kendi başına replike olabilen hafif (L) ve ağır (H) zincirden oluşur. mtDNA’nın çekirdek DNA’sından bağımsız replikasyon ve transkripsiyon sistemi vardır. Ancak mtDNA’nın replikasyon ve transkprisyonu için gerekli enzimler, çekirdek DNA’sı tarafından sentezlendiğinden, mt DNA tam bir otonomiye sahip değildir. Mitokondrial genom 37 gen içerir. Bunlardan 13’ü solunum zincirindeki yapısal proteinleri (Nikotinamid Adenin Dinükleotit Dehidrogenaz, Sitokrom C oksidoredüktaz, sitokrom C oksidaz ATP sentetaz) kodlarken, 2’si RNA ve 22’si de tRNA genlerini kodlar.
Mt.DNA’nın çekirdek DNA’sından bağımsız replikasyon ve transkripsiyon sistemi vardır. Ancak mt.DNA’nın replikasyon ve transkprisyonu için gerekli enzimler, çekirdek DNA’sı tarafından sentezlendiğinden, mt DNA tam bir otonomiye sahip değildir.Mitokondriyal DNA‘nın (mtDNA) sadece anne yumurta hücrelerinden geçtiğine inanılır ve babalık katkısı yoktur diye güçlü bir kanı vardır. Bu görüşe göre sadece mitokondriyal DNA anneden gelir bizlerin mitokondri DNA‘sı annemizden bize kalmıştır düşüncesi yaygın bir şekilde kabul edilmektedir. Ama son zamanlarda yapılan çalışmalar babanın mtDNA ‘sını yavrularına aktarabileceğine dair güçlü kanıtlar sunulmaktadır. Mitekondrilerin yavruya geçişinde anne ağırlığı olduğu bir gerçek. Bu kabulun nedeni İnsan yumurtaları 100,000 kopyadan daha fazla mtDNA içerirken, sperm yaklaşık 100 kopya içermesidir . İlk hipotezler, baba mtDNA moleküllerinin döllenmiş yumurtadaki anne mtDNA‘lara göre sayıca seyreltildiği bilinmektedir. Araştırmacılar onlarca yıldır sağlıklı organizmaların neden hücresel güçlerini sadece anneden aldıklarını ve bu şekilde miras kalan mitokondriyal genlerin sağladığı olası evrimsel avantajlar üzerine tartışmaktadır. Bu nedenle yahudilik inancında, anne tarafında gelen mitekondri genomunun yüzlerce yıl değişmediğinden ve aynı kaldığına inanıldığından, anne tarafından gelenler gerçek yahudi olarak kabul edilmektedir. Ama bazı canlılarda yapılan çalışmalarda az da olsa babadan gelen mtDNA’nın da yavruya aktarıldığını bilimsel yayınlarda sunmaktadırlar Fakat son yıllarda yapılan genetik çalışmalar bu tezleri zayıflatmaktadır. Örneğin 2002 yılında New Scientist dergisinin internet sitesinde yayınlanmış ve Danimarkalı bir hastanın mitokondrilerini %90 oranında babadan aldığının anlaşıldığı bildirilmiştir.
Bir başka çalışmada, insan poliploid embriyolarını kullanan ve daha önce yapılan insan çalışmaları, gelişimin sekiz hücresi aşamasına kadar ancak baba mtDNA’yı tesbit edebilmişti. Bununla birlikte, 2002 yılında, anne ve baba mtDNA’yı ifade eden, kasları etkileyen bir durum olan mitokondriyal miyopatisi olan erkekle ilgili bir rapor yayınlanmıştır. Bu gözlem, insanlarda (yosunlar, bitkiler, maya ve Drosophila dahil olmak üzere) katı baba mtDNA mirasını sergilemesi bakımından önemlidir.
Bu çalışmanın bilimsel, tıbbi ve etik yönden ispatlanabilmesi için daha fazla bilimsel veri gerekmektedir. İlk olarak şu sorulara cevap verilmesi gerekir;. Baba mtDNA’nın döllenmiş yumurta hücresi tarafından ortadan kaldırıldığının kesin mekanizmasının bilinmesi gerekir. İkinci soru, baba mtDNA aktarımının mtDNA işlemindeki bir nadir mutasyondan mı kaynaklanmaktadır yoksa normal mitokondriyal metabolizmanın bir sonucumudur ? Son olarak, mtDNA’nın babadan gelen bir kalıtımsal işlem olduğunun oranı nedir ?.
Bu soruların cevapları geçmiş ve gelecekteki tıbbi çalışmaları etkileyecektir. Anne ebeveynden genetik kökenleri inceleyen birçok çalışma yapılmıştır. Örneğin, 2017’den bir çalışma, otizm ile belirli mitokondriyal haplotipler arasında bir genetik bağlantı olduğu tesbit edilmişti. Bilinen Kalıtsal mt DNA hastalıkları; a) Substrat taşınım defektleri, b) Substrat kullanım defektleri c) Krebs siklusu defektleri, d) Oksidasyon fosforilasyon defektleri e) Respiratuar zincir defektleri, f) Protein taşınım defektleri.
Tarihsel bir bakış açısıyla, baba mtDNA iletimi, tüm yaşayan insanların anne ataları olan “mitokondriyal Havva” ile ilgili iki klasik ama tartışmalı raporun yeniden yorumlanmasına yol açabilir. 1987 yılında, bilim adamları, “tüm mitokondriyal DNA’ların bir kadından kaynaklandığını” ve muhtemelen yaklaşık 200,000 yıl önce Afrika’da yaşadığını gösteren dünya çapında bir insan mtDNA anketinin sonuçlarını yayınlamışlardı. Havva, 200.000 yıl önce yaşamış olan tüm insanların annesini doğrulamak için mitokondriyal genomların önemli geçerli bir delildir.
Etik açıdan bakıldığında, baba mtDNA geçişinin ne kadar yaygın olduğu sorusu özellikle önemlidir. Geçtiğimiz yıl anne yolla aktarılan mitokondriyal genetik belirteçler olan K1a1b1a, K1a9, K2a2a ve N1b’nin Aşkenaz Yahudileri arasında yaygın olduğu, ancak nadiren başkalarında görüldüğü rapor edildi. Yahudilik sadece anneden aktarıldığına inanıldığı için, bu genetik göstergeler birine sahip olan birçok İsrail rabbinist uzmanı tarafından Yahudi soylarının belirlenmesinde güvenilir bir yasal ve dini göstergesi olarak görülmüştür.
Çocuğun gelişiminde çevrenin etkisi
Genel anlamda, davranış genetikçileri, çocukların genetik donanımları, diğer çocuklara kıyasla bireylerin nasıl etkilendiklerini açıkça ortaya koymuşlardır. Rowe’nin kitabı, Aile Etkisi Sınırları (1994), ve Harris’in daha popüler kitabı olan Nurture Varsayımı (1998)’ında ebeveynlerin ve genetiğin çocukların gelişimine olan etkilerini birlikte anlatan kitapları ile konuya ışık tuttular.
Modern toplumlarda, çocuklukta sosyalleşmenin gerçekleştiği en az üç ana bağlam vardır, aileler, akran grupları ve çocukların günlük deneyimlerinin yapılandırıldığı ve denetlendiği okul sınıfları veya gündüz bakım merkezleri gibi ev dışı ortamlar. Çocuklukta sosyalleşme de ebeveynlerin çok önemli rolü olduğu literatürde desteklenmektedir. Atasözü “Ağaç yaşken eğilir” ebevynlerin çocuğun gelişimindeki rolünü niteler. Zaten çocuk gelişiminde 5-7 yaş aralığı karekter gelişiminde önemli olduğu bilinmektedir. Çocukları, büyüdükçe onları denetleyerek, öğreterek ve disipline ederek arzulanan şekilde gelişimini sağlamak ebeveynlerin en önemli amaçlarındandır. Özellikle erken çocukluk döneminin, insanların özellikle esnek olduğu yaşam evresinin, çocukların özellikle ailesini terk ettikten sonra, sosyal etkilere açık olduğu bir dönem olduğu olduğu bilinmektedir. Çocukların yaşamlarının ilk 5-7 yılında etkilenmeye özellikle yatkın olduğu düşünülen şeyler, konuştukları dil, yiyecek tercihleri, dini inançları ve bazı kalıcı kişilik özelliklerini içerir.
Doğanın genetik olduğunu (nature), beslenmenin (nurture) çevre olduğunu söylüyoruz. Bu iki faktörün insan davranışındaki etki ağırlığı veya ortak etkileri uzun zamandır devam etmektedir. Nature or Nurture. Genetik biliminin gelişimine kadar insan davranışında çevrenin büyük etkisinin olduğu kabul edilmekteydi. Ama 1960 yılından sonra ikizler ve evlat olarak edinilmiş çocuklar üzerinde yapılan yoğun çalışmalar, genetiğin etkisinin anlaşılmasında çok önemli aşama olmuştur. Aslında davranış genetik tekniklerin kullanılması yüz yıl kadar geriye gider;
Davranışşal Genetikte İkiz Çalışmaları
İkiz çalışmalarının ilki, 19.yy başlarında öncelikle İngiltere’de, aynı zamanda diğer Avrupa ülkelerinde de yapıldı. İkiz yöntem, iki tip ikizin karşılaştırılmasını içerir. Dünyadaki bütün doğumların %1’i ikizdir. Bunların 1/3’ü tek yumurta ikizidir. Bunlara monozigotik yani aynı yumurta ikizi denir. Bu ikizler döllenmiş bir yumurtanın, zigot aşamasında bölünmede meydada gelen bir durumdan dolayı, aynı DNA’ya sahiptirler ve birbirlerinin klonları gibidirler. Ayrı yumurta ikizleri ise, her erkek ve kız kardeşi gibiler ama aynı rahim içinde aynı anda gelişirler. İkiz yöntem bu iki grubun karşılaştırılmasından oluşur. Dört bin makalede incelenen 15 milyon ikizlerle yapılan anketler davranışlarda genetiğin daha ağırlıklı olduğu göstermiştir.
İkizleri davranışsal genetiğik kullanılmasının sebebi, örneğin aynı yumurta ikizlerinin birisinde müzik yeteneği varsa, diğerinde de olması gerekir ve bu genetik bir etki olarak değerlendirilir. Çünkü bunlar aynı ailede aynı rahimde ve aynı genetiğe sahip olduğunda bu sonuç beklenir. Ayrı yumurta ikizilerinin ise genetik yapıları farklı fakat yaşadıkları çevre ve beslenme ortamları aynı. Bu durumda çevrenin etkisi daha iyi değerlendirilebilir. Diğer yöntem ise evlat edinme yöntemidir. İkiz yöntem biyolojik bir deney gibi izlenmektedir. Bu ikizlerden biri evlatlık olarak verilir ve sosyal bir deney olarak takip edilir. Ebeveynler ve yavru genetik olarak% 50 oranında birbirine benzerdir. Fakat evlat edinilen çocuklar evlat edinen aileye verilir, çünkü evlat edinen ebeveynler çevre farklı çevre olarak kabul edilir. Bu gözlemler sonucunda iki farklı ortamda yetişen aynı yumurta ikizlerinin davranışlarında genetiğin ve çevrenin etkisi belirlenmeye çalışılır. Bu çalışmalarda ikizlerin davranışlarında genetiğin çok önemli rol oynadığı ortaya konmuştur. Şimdi yapılan çalışmalar da bu etkiler ne zaman etkin olmaya başlamaktadır.
Aynı yumurta ikizlerinin genlerinin %100 aynı olmasına rağmen değişik çevresel faktörler nedeniyle aralarında farklılıklar olabilmektedir. Bunun nedeni, bazı araştırmalar tek yumurta ikizlerindeki farklılıkların nedeninin epigenetik adı verilen biyolojik bir süreç olduğunu gösteriyor. Genler bir organizmanın büyüme ve gelişim sürecinde canlılığın devam etmesi için gerekli temel biyokimyasal süreçlerden sorumludur ve bu süreçlerin gerçekleşmesini sağlayan makromoleküller, örneğin proteinler genetik materyaldeki bilgiler kullanılarak sentezlenir. Buna gen ifadesi denir. Epigenetik süreç, genetik materyalin yapısında yani DNA diziliminde değişime neden olmaksızın gen ifadesini değiştirir. Örneğin DNA molekülüne bağlanan metil grubu epigenetik değişime neden olur ve genetik materyalin belirli bir genin ifadesinden sorumlu kısmının etkinliğini değiştirerek bu genin kodladığı proteinin sentezini engelleyebilir. Son yıllardaki araştırmalar çevresel faktörlerin epigenetik değişimlere neden olduğunu gösteriyor. Bu durumun DNA dizilimleri aynı olan tek yumurta ikizlerindeki farklılıkların sebebi olduğu düşünülüyor. Ama birbine benzer karekterleride belirgin olabilmektedir. Özellikle ergenlik döneminde bu özellikleri belirginleşir. Fobiler, hobileri benzer olabilir. Bazen ikizlerden bir daha dışa dönük, girişken ve atak olurken, diğeri içe kapanık ve insanlarla zor iletişim kuran, sadece ikizi ile olmak isteyen bir yapı sergileyebilir.
Sonuç
1920-1960 yılları arasında davranışçı öğrenme teorilerine göre ebeveynler en uygun öğretmenler ve çocuklarının eğitimini yürütmekten sorumlu olanlar olarak görülüyordu. Bu çalışmalarda, çocukların doğuştan sahip oldukları fizyolojik dürtüleri, zamanın öğrenme teorilerinde yer aldı. Yani çevre ve genlerin ortak etkileşiminin birlikte incelenmedi gerektiği gözardı edilmedi fakat asıl vurgu, çevre tarafından uygulanan öğrenme süreçlerinin kontrolünde olmuştur. Bu dönemin psikanalitik teorileri, aile içi erken yaşta deneyimin, sonraki iç çatışmaların, savunma mekanizmalarının ve değerlerin içselleştirilmesinin belirlenmesi üzerinde yoğunlaştı. Son yıllarda bu çalışamalar, bilişsel-sosyal öğrenme teorisi olarak, çocukların kendi sosyalleşmelerinde katılımcı olarak aktif rollerinin dikkate alınması gerekliliği giderek daha yoğun vurgulanmaya başlandı. Fakat yine de bu yaklaşımlar, ebeveynlerin çocuklarının gelişimi ve yaşamlarının yönlendirmelerine etkisi fikrini azaltmamıştır. Ama unutmamak gerekir ki ebeveynlik, kültür, eğitim ve sosyal ilişkiler gibi çevresel değişkenler de hayati bir rol oynamaktadır.
Son yıllarda genetiğin gelişimine ve davranış genetiğinin bulgularına bakacak olursak, çocukların davranışlarında genetiğin etkisi genetikçiler tarafından en az %50 olarak kabul edilmektedir. Genetik biliminin gelişimine bağlı olarak yapılan disiplinler arası çalışmalar artık ortak olarak yapılmaktadır. Tüm insanlarındaki genetik farklılık sadece %1’ dir. Binlerce farklı özelliğin ya da karekterin ortaya çıkmasında ve bu farklı varyasyonların oluşmasında sadece bu %1 farkılılık karar vermektedir. Genetiğin davranıştaki ağırlığını anlayabilmek için vereceğimiz şu örnek önemlidir. Bir çok araştırma için model olarak seçilen Drosophila (Meyve Sineği,) nın sahip olduğu 15.000 genin 4000 adetinin sineğin saldırganlığı ile ilişkili olduğu deneydel olarak belirlenmiştir. Drosophila sineğinin beyninde sadece 100.000 sinir hüücresi vardır.insanla karşılaştıracak olursak, insan beyninde 100.000.000 sinir hücresi vardır. Bunun anlamı bir davranış sadece bir gen değil onlarca genin ortak etkileşimi sonucu ortaya çıkmaktadır ve oldukça komplekstir. Ancak, genetiğin bir çocuğun hayatını oluşturan karmaşık bulmacanın yalnızca bir parçası olduğunu hatırlamak önemlidir.
Prof.Dr.Reşit ÖZKANCA
KAYNAKLAR
Berger, K. S. (2000). The developing person: Through childhood and adolescence. New York: Worth Publishers.
Miko, I. (2008) Genetic dominance: genotype-phenotype relationships. Nature Education 1(1)
JOHN D. LOIKE (2017).Touro Koleji ve Üniversite Sistemlerinde Biyoloji Profesörü olan John D. Loike, The Scientist
Robinson GE. Science. 2004;304:397–399. [PubMed]
Floreano D, Mitri S, Magnenat S, Keller L. Curr Biol. 2007;17:514–591. [PubMed]
Ruan H, Wu CF. Proc Natl Acad Sci. 2008;105:7506–7510. [PMC free article] [PubMed]
Robinson GE, Grozinger CM, Whitfield CW. Nature Rev Gen. 2005;6:1–15.
Young LJ, Nilsen R, Waymire KG, MacGregor GR, Insel TR. Nature. 1999;400:766–768. [PubMed]