İnsan beynindeki dopamin salınımının hem ödül hem de ceza tahmin hatalarının kodlanmasında önemli bir rol oynuyor

Çalışma, katılımcılar derin beyin stimülasyonu ameliyatı sırasında bilgisayar oyunu oynarken dopamin seviyelerini ölçtü. 
Katılımcılar ameliyathanede uyanıkken basit bir bilgisayar oyunu oynattırıldılar. Oyunu oynarken, beynin biliş, karar verme ve koordineli hareketler için önemli olan kısmı olan striatumda dopamin ölçümleri yapıldı.

Özet:
Yeni bir çalışma, insan beynindeki dopamin salınımının hem ödül hem de ceza tahmin hatalarının kodlanmasında önemli bir rol oynadığını gösteriyor. Bu, dopaminin hem olumlu hem de olumsuz deneyimlerden öğrenme sürecine dahil olduğu ve beynin bu deneyimlerin sonuçlarına göre davranışını ayarlamasına ve uyarlamasına izin verdiği anlamına gelir.
Olumlu ve olumsuz deneyimlerden öğrendiğimizde insan beyninde neler olur? Bu soruyu yanıtlamak ve karar verme sürecini ve insan davranışını daha iyi anlamak için bilim insanları dopamin üzerinde çalışıyor.

Dopamin, beyinde üretilen ve kimyasal haberci olarak görev yapan, beyindeki sinir hücreleri ile vücut arasındaki iletişimi kolaylaştıran bir nörotransmiterdir. Hareket, biliş ve öğrenme gibi işlevlerde rol oynar. Dopamin en çok olumlu duygularla olan ilişkisiyle bilinirken, bilim insanları onun olumsuz deneyimlerdeki rolü de araştırıyor.
Şimdi, Wake Forest Üniversitesi Tıp Fakültesi'ndeki araştırmacılar tarafından yapılan yeni bir çalışma, insan beynindeki dopamin salınımının hem ödül hem de ceza tahmin hatalarının kodlanmasında çok önemli bir rol oynadığını gösteriyor. Bu, dopaminin hem olumlu hem de olumsuz deneyimlerden öğrenme sürecine dahil olduğu ve beynin bu deneyimlerin sonuçlarına göre davranışını ayarlamasına ve uyarlamasına izin verdiği anlamına gelir.

"Daha önce yapılan araştırmalar, dopaminin, hayvanların 'ödüllendirici' (ve muhtemelen 'cezalandırıcı') deneyimlerden öğrenmesinde önemli bir rol oynadığını göstermişti. Ancak dopaminin insan beyninde hızlı zaman ölçeklerinde ne yaptığını doğrudan değerlendirmek için çok az çalışma yapıldı. Çalışma Wake Forest Üniversitesi Tıp Fakültesi'nde fizyoloji, farmakoloji ve beyin cerrahisi alanında doçent olan Ph.D. Kenneth T. Kishida tarafından yapıldı. "Bu, dopaminin ödülleri ve cezaları nasıl kodladığını ve dopaminin günümüzün en gelişmiş yapay zeka araştırmalarında kullanılan 'en uygun' öğretim sinyalini yansıtıp yansıtmadığını inceleyen ilk çalışmadır."

Araştırma için Kishida'nın ekibindeki araştırmacılar, dopamin seviyelerini gerçek zamanlı olarak (yani saniyede 10 ölçüm) tespit etmek ve ölçmek için makine öğrenimi ile eşleştirilmiş bir elektrokimyasal teknik olan hızlı taramalı döngüsel voltametriyi kullandılar. Ancak bu yöntem zorludur ve yalnızca derin beyin stimülasyonu (DBS) beyin ameliyatı gibi invaziv prosedürler sırasında gerçekleştirilebilir. DBS yaygın olarak Parkinson hastalığı, esansiyel tremor, obsesif kompulsif bozukluk ve epilepsi gibi durumların tedavisinde kullanılır.

Derleyen Prof.Dr.Reşit Özkanca
https://www.sciencedaily.com/releases/2023/12/231201173208.htm
1 Aralık 2023
Kaynak:
Çalışma Science Advances'da yayınlandı.
Dopamin seviyelerindeki hızlı değişikliklerin yönlendirdiği insan davranışı




Çalışma, katılımcılar derin beyin stimülasyonu ameliyatı sırasında bilgisayar oyunu oynarken dopamin seviyelerini ölçtü. 
Katılımcılar ameliyathanede uyanıkken basit bir bilgisayar oyunu oynattırıldılar. Oyunu oynarken, beynin biliş, karar verme ve koordineli hareketler için önemli olan kısmı olan striatumda dopamin ölçümleri yapıldı.

Özet:
Yeni bir çalışma, insan beynindeki dopamin salınımının hem ödül hem de ceza tahmin hatalarının kodlanmasında önemli bir rol oynadığını gösteriyor. Bu, dopaminin hem olumlu hem de olumsuz deneyimlerden öğrenme sürecine dahil olduğu ve beynin bu deneyimlerin sonuçlarına göre davranışını ayarlamasına ve uyarlamasına izin verdiği anlamına gelir.
Olumlu ve olumsuz deneyimlerden öğrendiğimizde insan beyninde neler olur? Bu soruyu yanıtlamak ve karar verme sürecini ve insan davranışını daha iyi anlamak için bilim insanları dopamin üzerinde çalışıyor.

Dopamin, beyinde üretilen ve kimyasal haberci olarak görev yapan, beyindeki sinir hücreleri ile vücut arasındaki iletişimi kolaylaştıran bir nörotransmiterdir. Hareket, biliş ve öğrenme gibi işlevlerde rol oynar. Dopamin en çok olumlu duygularla olan ilişkisiyle bilinirken, bilim insanları onun olumsuz deneyimlerdeki rolü de araştırıyor.
Şimdi, Wake Forest Üniversitesi Tıp Fakültesi'ndeki araştırmacılar tarafından yapılan yeni bir çalışma, insan beynindeki dopamin salınımının hem ödül hem de ceza tahmin hatalarının kodlanmasında çok önemli bir rol oynadığını gösteriyor. Bu, dopaminin hem olumlu hem de olumsuz deneyimlerden öğrenme sürecine dahil olduğu ve beynin bu deneyimlerin sonuçlarına göre davranışını ayarlamasına ve uyarlamasına izin verdiği anlamına gelir.

"Daha önce yapılan araştırmalar, dopaminin, hayvanların 'ödüllendirici' (ve muhtemelen 'cezalandırıcı') deneyimlerden öğrenmesinde önemli bir rol oynadığını göstermişti. Ancak dopaminin insan beyninde hızlı zaman ölçeklerinde ne yaptığını doğrudan değerlendirmek için çok az çalışma yapıldı. Çalışma Wake Forest Üniversitesi Tıp Fakültesi'nde fizyoloji, farmakoloji ve beyin cerrahisi alanında doçent olan Ph.D. Kenneth T. Kishida tarafından yapıldı. "Bu, dopaminin ödülleri ve cezaları nasıl kodladığını ve dopaminin günümüzün en gelişmiş yapay zeka araştırmalarında kullanılan 'en uygun' öğretim sinyalini yansıtıp yansıtmadığını inceleyen ilk çalışmadır."

Araştırma için Kishida'nın ekibindeki araştırmacılar, dopamin seviyelerini gerçek zamanlı olarak (yani saniyede 10 ölçüm) tespit etmek ve ölçmek için makine öğrenimi ile eşleştirilmiş bir elektrokimyasal teknik olan hızlı taramalı döngüsel voltametriyi kullandılar. Ancak bu yöntem zorludur ve yalnızca derin beyin stimülasyonu (DBS) beyin ameliyatı gibi invaziv prosedürler sırasında gerçekleştirilebilir. DBS yaygın olarak Parkinson hastalığı, esansiyel tremor, obsesif kompulsif bozukluk ve epilepsi gibi durumların tedavisinde kullanılır.

Derleyen Prof.Dr.Reşit Özkanca
https://www.sciencedaily.com/releases/2023/12/231201173208.htm
1 Aralık 2023
Kaynak:
Çalışma Science Advances'da yayınlandı.

Türk araştırmacı insan hücrelerinden minik biyolojik robotlar (Anthrobot)üretiyor


Bu araştırmaya göre, çok hücreli robotlar hareket edibiliyor ve nöronlarda oluşturulan ‘yaraların’ iyileşmesine yardımcı oluyor. Bilim adamları, laboratuvardaki yapay ‘yaralar’ üzerinde nöronların büyümesini teşvik edebilen, insan trakeal hücrelerinden küçük, hareketli biyolojik robotlar ürettiler. Hastaların kendi hücrelerinin kullanılması, gelecekte bağışıklık sistemini baskılamaya gerek kalmadan iyileşmeye ve yenilenmeye yardımcı olan Anthrobot‘ların büyümesine izin verebileceği

Tufts Üniversitesi ve Harvard Üniversitesi’nin Wyss Enstitüsü’ndeki araştırmacılar, insan trakeal hücrelerinden Anthrobot adını verdikleri, bir yüzey boyunca hareket edebilen ve bir laboratuvar ortamında hasar bölgesinde nöronların büyümesini teşvik ettiği tespit edilen küçük biyolojik robotlar ürettiler. Boyutları insan saçı genişliğinden sivri uçlu bir kalemin ucuna kadar değişen çok hücreli robotlar, kendi kendine kurulabilecek şekilde yapıldı ve diğer hücreler üzerinde dikkate değer bir iyileştirici etkiye sahip olduğu gösterildi. Bu buluş, araştırmacıların hastalardan türetilen biyobotları yenilenme, iyileştirme ve hastalıkların tedavisi için yeni terapötik araçlar olarak kullanma vizyonu için bir başlangıç ​​noktasıdır.

Çalışma, Tufts Üniversitesi Sanat ve Bilim Okulu’ndan Vannevar Bush Biyoloji Profesörü Michael Levin ve Vermont Üniversitesi’nden Josh Bongard’ın laboratuvarlarında, Xenobots adı verilen kurbağa embriyo hücrelerinden çok hücreli biyolojik robotlar ürettikleri önceki araştırmaları destekler nitelikte. Geçitlerde gezinmek, malzeme toplamak, bilgileri kaydetmek, yaralanmalardan kendilerini iyileştirmek ve hatta birkaç döngü boyunca kendi başlarına kopyalamak. O zamanlar araştırmacılar, bu yeteneklerin bir amfibi embriyosundan türetilmelerine bağlı olup olmadığını veya biyobotların başka türlerin hücrelerinden yapılıp yapılamayacağını bilmiyorlardı.

Advanced Science dergisinde yayınlanan bu çalışmada Profesörü Michael Levin ve onun doktora öğrencisi Gizem Gümüşkaya ile birlikte botların aslında herhangi bir genetik değişiklik yapılmadan yetişkin insan hücrelerinden oluşturulabileceğini ve bunların Xenobotlarda gözlemlenenin ötesinde bazı yetenekler sergilediklerini keşfetti.

Araştırma, laboratuvarda şu sorunun cevabını bulmaya çalışıyor;

Hücrelerin vücutta nasıl bir araya gelip birlikte çalıştığını belirleyen kurallar nelerdir (Embriyonik farklılaşama ve dokuların birlikte çalışması) ve hücreler tasarım gereği diğer işlevleri yerine getirmek için doğal bağlamlarından alınıp farklı “vücut yapıları (tamamen yeni)” halinde yenilikler geliştirebilirler mi ? Bu araştırma ile araştırmacılar, trakeadaki insan hücrelerinden yeni hücresel fonksiyona sahip yapılar, dokular ve yeni işlevi olabilen dokular oluşturabilmenin geliştirebilmenin ilk adımını attı. Biyoloji alanına girmeden önce mimarlık diploması olan Türk araştırmacı Gümüşkaya, “Hücrelerin vücutta varsayılan özellikler geliştirmenin yanı sıra neler yapabileceğini araştırmak istediklerini söylüyor. Gümüşkaya’nın beyanına göre; “Hücreler arasındaki etkileşimleri yeniden programlayarak, taş ve tuğlanın duvarlar, kemerler veya sütunlar gibi farklı yapısal elemanlar halinde düzenlenebilmesine benzer şekilde yeni çok hücreli yapılar oluşturulabilir.” Araştırmacılar, hücrelerin yalnızca yeni çok hücreli şekiller oluşturmakla kalmayıp, aynı zamanda bir laboratuvar ortamında yetiştirilen insan nöronlarının yüzeyi üzerinde farklı şekillerde hareket edebildiklerini ve hücre katmanının oluşum şeklinden kaynaklanan boşlukları doldurmak için yeni büyümeyi teşvik edebildiklerini keşfetti.

Derleyen; Prof.Dr.Reşit Özkanca https://www.sciencedaily.com/releases/2023/11/231130184249.htm Tarih: 30 Kasım 2023 Kaynak: Tufts Üniversitesi

Antibiyotik Direnç Gelişimi Çalışmalarında Takip edilmesi Gereken Yollar

Prof.Dr.Reşit Özkanca


Antibiyotikler, bakteriyel enfeksiyonları tedavi etmek için yaygın olarak kullanılan önemli ilaçlardır. Ancak, antibiyotik direnci giderek küresel bir sağlık sorunu haline gelmektedir.

Antibiyotik Direnci Nedir?

  • Antibiyotik direncinin tanımı ve temel prensipleri.
  • Direnç gelişiminde genetik faktörlerin rolü.

Antibiyotik Direncinin Nedenleri:

  • İnsanlar arasında aşırı antibiyotik kullanımının etkileri.
  • Hayvancılık sektöründeki antibiyotik kullanımının dirence etkisi.
  • Antibiyotik kirleticilerin çevresel etkileri.

Küresel Etkiler ve Tehlikeler:

  • Antibiyotik direncinin yayılması ve küresel sağlık sistemine olan tehdidi.
  • İlaç endüstrisinin yeni antibiyotikler geliştirme zorlukları.

Güncel Çalışmalar ve Keşifler:

  • Farklı disiplinlerden gelen bilim insanlarının işbirliği.
  • Nanoteknoloji ve yapay zeka gibi yenilikçi yaklaşımlar.

Çözüm Arayışları:

  • Antibiyotik kullanımını optimize etme stratejileri.
  • Yeni antibiyotiklerin keşfi ve geliştirilmesi için teşvik politikaları.
  • Alternatif tedavi yöntemleri ve antibiyotik kullanımını azaltma çabaları.

Gelecek Perspektifleri:

  • Toplumun bilinçlendirilmesi ve eğitimi.
  • Küresel işbirliği ve politika oluşturma.
  • Antibiyotik direnci, günümüzde ciddi bir tehdit oluşturmaktadır. Ancak, bilimsel araştırmalar ve küresel işbirliği ile bu soruna çözüm bulmak mümkündür. Yeni tedavi stratejileri geliştirmek ve antibiyotik direncini kontrol altına almak için tüm paydaşların birlikte çalışması gerekmektedir.

Bu yazı toplumun genel bilgilendirilmesi için derlenen bir yazıdır. Bilimsel bir yazı değildir. ChatGpT’den yararlanılmıştır


Konu ile ilgili, yorumlarınızı bekliyorum

Türkiye’de vakıf üniversitelerin sorunları

Türkiye’deki vakıf üniversitelerinin karşılaştığı bazı sorunlar özet halinde şunlardır;

  1. Mali Zorluklar: Vakıf üniversiteleri genellikle bağışlar, bağışlar ve öğrenci harçları gibi kaynaklara dayanır. Ancak bu kaynaklar istikrarlı olmayabilir ve mali sıkıntılara yol açabilir.
  2. Bağımsızlık ve Yönetişim: Bazı vakıf üniversiteleri, kurucularının etkisi altında olabilir ve bu durum, üniversitenin bağımsız kararlar almasını ve stratejik planlarını uygulamasını zorlaştırabilir.
  3. Öğrenci Kaynakları ve Burslar: Vakıf üniversiteleri, devlet üniversitelerine kıyasla daha yüksek öğrenim ücretlerine sahip olabilir. Bu durum, öğrenci kaynaklarını etkileyebilir ve maddi imkânları sınırlı olan öğrenciler için eğitime erişimi zorlaştırabilir.
  4. Akademik Kalite: Bazı vakıf üniversiteleri, akademik kalite konusunda devlet üniversiteleriyle rekabet etmekte zorlanabilir. Bu durum, öğrenci tercihlerini etkileyebilir.
  5. Altyapı ve Kaynaklar: Vakıf üniversiteleri, fiziksel altyapılarını güncellemek ve kaynaklarını genişletmek konusunda sık sık zorlanabilir. Bu durum, öğrencilere daha iyi bir öğrenim ortamı sağlamakta zorlanmalarına neden olabilir.
  6. Araştırma ve Geliştirme: Vakıf üniversiteleri, araştırma ve geliştirme faaliyetlerini desteklemek için yeterli kaynağa sahip olmayabilir. Bu da akademik itibarı ve rekabet avantajı açısından bir zorluk yaratabilir.
  7. Mezun İstihdamı: Vakıf üniversiteleri, mezunlarını istihdam edilebilir kılmak ve endüstri ile işbirliği yapmak konusunda daha fazla çaba harcamak zorunda olabilir.

Bu sorunlar genel bir perspektif sunar ve her vakıf üniversitesinin karşılaştığı zorluklar özeldir. Bazı vakıf üniversiteleri bu sorunları aşmayı başarabilirken, diğerleri için bu sorunlar daha belirgin olabilir. Bu bağlamda, vakıf üniversitelerinin karşılaştığı sorunlara çözüm bulma ve gelişme sağlama süreci devam etmektedir.

Bu yazı toplumun genel bilgilendirilmesi için derlenen bir yazıdır. Bilimsel bir yazı değildir. ChatGpT’den yararlanılmıştır

Konu ile ilgili yorumlarınızı bekliyorum

Türkiye ekonomisinin kötü durumda olmasının muhtemel sebepleri


Türkiye Ekonomisinin Zorlu Süreci: Sorunlar ve Çözüm Yolları

Türkiye ekonomisi, geçmiş yıllarda yaşadığı büyüme ve kalkınma ile dikkat çeken bir ülke olarak bilinirdi. Ancak son zamanlarda ekonomik göstergelerdeki olumsuz eğilimler, pek çok kişinin endişelenmesine neden oldu. Peki, Türkiye ekonomisinin neden kötü durumda olduğunu anlamak için hangi faktörleri göz önünde bulundurmalıyız?

Dış Ticaret Dengesizliği: Türkiye’nin dış ticaret dengesi uzun süredir sorunlu bir halde. İthalatın ihracatı aşması, dış ticaret açığına ve dolayısıyla cari açığa yol açıyor. Bu durum, Türkiye’nin dışa bağımlılığını artırıyor ve ekonomiyi dış şoklara karşı daha savunmasız hale getiriyor.

Yüksek Enflasyon Oranları: Enflasyon, Türkiye ekonomisinin önemli bir sorunu olarak karşımıza çıkıyor. Yüksek enflasyon, tüketici harcamalarını düşürüyor, tasarruf yapmayı zorlaştırıyor ve genel ekonomik istikrarı tehdit ediyor. Merkez Bankası’nın etkili bir şekilde enflasyonla mücadele etme yeteneği, ekonomik sağlığı önemli ölçüde etkiliyor.

Dış Politika ve Jeopolitik Riskler: Türkiye’nin jeopolitik konumu, zaman zaman ekonomik istikrarını tehdit edebilecek dış politika riskleri yaratıyor. Özellikle bölgesel gerginlikler ve uluslararası ilişkilerdeki belirsizlikler, yabancı yatırımcıların ülkeden kaçmasına neden olabilir.

Yetersiz Yatırım: Ekonomik büyüme için gerekli olan yatırımların düşük olması, uzun vadede sürdürülebilir bir kalkınma sağlamayı zorlaştırıyor. Hem yerel hem de uluslararası yatırımcılara güven vermek ve onları çekmek için reformların ve teşviklerin yetersiz olması, ekonominin potansiyelini tam olarak kullanmasını engelliyor.

Mali Disiplin Eksikliği: Mali politika alanında yaşanan sıkıntılar, bütçe açıklarının ve borç seviyelerinin artmasına neden oluyor. Bu durum, ekonominin genel sağlığını olumsuz etkileyerek uzun vadeli sürdürülebilirliği tehdit ediyor.

Çözüm Yolları:

  • Dış ticaret politikalarının gözden geçirilmesi ve dengesizliğin azaltılması.
  • Enflasyonla etkili bir şekilde mücadele edebilmek için Merkez Bankası’nın bağımsızlığının güçlendirilmesi.
  • Yatırımları teşvik etmek ve mali disiplini sağlamak için ekonomi politikalarının gözden geçirilmesi.
  • Jeopolitik risklere karşı etkili bir dış politika izlenmesi ve uluslararası ilişkilerde sağlam bir temelin oluşturulması.

Türkiye ekonomisinin zorlu sürecinden çıkabilmesi için, bu sorunların bilinçli bir şekilde ele alınması ve etkili çözümler bulunması gerekiyor. Ancak bu, hem yerel yönetimlerin hem de uluslararası aktörlerin işbirliğiyle mümkün olacaktır.

Bu yazı toplumun genel bilgilendirilmesi için derlenen bir yazıdır. Bilimsel bir yazı değildir. ChatGpT’den yararlanılmıştır

Konu ile ilgili, yorumlarınızı bekliyorum

Bazı Türk Üniversitelerinin Ulusal ve Uluslararası Başarısızlıklarının Sebepleri

Prof.Dr.Reşit Özkanca

Türk üniversitelerinin uluslararası alanda gösterdiği başarı düzeyi, son yıllarda birçok uzmana göre istenilen seviyede değildir. Bu durum, bir dizi faktörün birleşimi sonucu ortaya çıkmış olabilir. Bu makalede, Türk üniversitelerinin uluslararası başarısızlıklarının temel sebeplerini şöyle özetleyebiliriz

Finansman Sorunları:

Türk üniversiteleri, sınırlı finansal kaynaklarla mücadele etmek zorunda kalabilir. Yetersiz bütçe, araştırma altyapısının güçlendirilmesi, uluslararası konferanslara katılım ve dünya çapındaki projelerde yer alma gibi önemli alanlarda eksikliklere neden olabilir. Bu durum, üniversitelerin rekabet avantajını kaybetmelerine yol açmaktadır.

Araştırma ve Geliştirme Yetersizliği:

Uluslararası alanda öne çıkabilmek için üniversitelerin sürekli olarak araştırma ve geliştirme faaliyetlerine odaklanmaları gerekmektedir. Ancak, Türk üniversiteleri arasındaki araştırma kalitesi ve yayın sayısı konusunda heterojen bir durum söz konusudur. Bu durum, dünya sıralamalarında geri kalma ve uluslararası alandaki prestijlerini artırmada zorluk yaşamalarına neden olabilmektedir.İngilizce Dil Yetersizliği:

Uluslararası alanda etkili iletişim için İngilizce dilinin önemi büyüktür. Ancak, Türk üniversitelerinde öğretim dili genellikle Türkçe olduğu için, öğrenciler ve akademisyenler arasında İngilizce dilinde yeterlilik sorunu yaşanabilir. Bu durum, uluslararası işbirlikleri ve projelerde aktif rol almayı zorlaştırmaktadır

İnovasyon ve Girişimcilik Kültürünün Eksikliği:

Uluslararası rekabetin önemli bir unsuru, inovasyon ve girişimcilik kültürüdür. Türk üniversitelerinin bu alandaki eksiklikleri, öğrencilerin ve araştırmacıların yenilikçi projelere daha az katılmasına neden olabilir. Bu da uluslararası arenada geri kalmalarına sebep olabilmektedir.

Sonuç:

Türk üniversitelerinin uluslararası alanda başarısızlıklarının temelinde finansman sorunları, araştırma yetersizliği, dil engelleri ve inovasyon eksikliği gibi faktörler yer almaktadır. Ancak, bu sorunların çözülebilmesi için kamu ve özel sektör işbirliği, daha fazla finansman sağlanması, İngilizce dil eğitimine ağırlık verilmesi ve inovasyonu teşvik eden politikaların geliştirilmesi gibi çözüm yolları bulunmaktadır. Türk üniversiteleri, bu zorlukları aşarak uluslararası alanda daha fazla rekabet avantajı elde edebilir ve küresel düzeyde daha etkin bir rol oynayabilir.

Bu yazı toplumun genel bilgilendirilmesi için derlenen bir yazıdır. Bilimsel bir yazı değildir. ChatGpT’den yararlanılmıştır

Konu ile ilgili yorumlarınızı bekliyorum

Reşit Özkanca Mikrobiyoloji

Covid Eris Varyantı nedir

Dünya Sağlık Örgütü, Covid’in yeni EG.5 (Eris) varyantına ilişkin yeni bir rapor yayımladı. Buna göre, daha önce “gözlem altındaki varyant” olan türün statüsü “izlenmesi gereken varyant” olarak değiştirildi ve “Eris”in yaygınlığında dünya genelinde istikrarlı bir artış olduğu kaydedildi.

Pandemi birçok kişi tarafından geçmişte kalan bir anı gibi görünse de koronavirüs, virüsün son mutasyona uğramış türleri nedeniyle artan yeni vakalarla yayılmaya devam ediyor.

Covid-19’un sene başında EG.5 adı ile tanımlanan yeni alt varyantı, Avrupa’da artış gösteriyor.

Vakalar küresel olarak artarken EG.5, Dünya Sağlık Örgütü tarafından bu ay “izlenmesi gereken varyant” listesine alındı.

Yeni varyant EG.5 (Eris) nedir?

  • EG.5, Covid-19’un Omicron varyantının bir alt türü ve dünya çapında dolaşımda olan diğer varyantlarla yakından ilişkili. 
  • Virüsün mutasyona uğramış bir versiyonu olarak biliniyor.
  • Haziran ayı sonunda Covid-19 vakalarının yüzde 7,6’sını oluştururken, temmuz sonunda küresel olarak yaygınlığı yüzde 17,4’e yükseldi. 
  • DSÖ, geçen hafta EG.5 (Eris) varyantına ilişkin yeni bir rapor yayımladı.
  • Rapora göre, önceden “gözlem altındaki varyant” olan ve statüsü “izlenmesi gereken varyant” olarak değiştirilen Eris’in yaygınlığında istikrarlı bir artış olurken, 7 Ağustos itibarıyla 51 ülkeden 7 binin üzerinde numune paylaşıldı.
  • Mevcut kanıtlara dayanarak, Eris’in oluşturduğu halk sağlığı riski, diğer mevcut Covid-19 varyantlarının riskine benzer şekilde “küresel düzeyde düşük” olarak değerlendirildi.
  • Eris’in, özelliklerine bağlı olarak küresel olarak yayılabileceği ve vakalarda artışa neden olabileceği kaydedildi.
  • DSÖ’ye göre bu türün halk sağlığı riski, önceki dolaşımdaki varyantlara yakınlığı nedeniyle daha düşük.

EG.5’in (Eris) belirtileri neler ve diğer varyantlardan şiddetli mi?

Johns Hopkins Üniversitesi Moleküler Mikrobiyoloji ve İmmünoloji Bölümü’nden profesör Andrew Pekosz, üniversitenin halk sağlığı okuluyla yaptığı röportajda EG.5’in semptomlarının diğer varyantlara benzer göründüğünü belirtti.

Covid-19 semptomları arasında ateş, öksürük ve yorgunluğun yanı sıra burun akıntısı, baş ağrısı ve kas ağrısı yer alıyor. 

Soğuk algınlığı, grip ya da zatürre gibi hissedilebilir.

DSÖ’nün Covid-19’a karşı mücadele ekibi lideri Maria Van Kerkhove, ay başında yaptığı açıklamada, “2021 sonundan beri dolaşımda olan diğer Omicron alt serilerine kıyasla EG.5’in şiddetinde bir değişiklik tespit etmiyoruz” dedi. 

Oxford Üniversitesi’nden Enfeksiyon ve Bağışıklık Profesörü Andrew Pollard, Euronews’e yaptığı açıklamada, Omicron ve alt varyantlarının virüsün önceki türlerine göre daha az şiddetli olduğuna dair bazı kanıtlar olduğunu kaydetti. 

Ancak bunun yorumlanmasının karmaşık olduğunu, zira nüfusun virüse karşı bağışıklığının yüksek olduğu ve insanların bağışıklığının da ciddi hastalıklara karşı savunma yapacağını söyledi.

Eris varyantı ne kadar dolaşımda?

EG.5 ilk etapta Çin, Japonya ve Güney Kore’deki dolaşımdan kaynaklanıyordu şimdilerde ise Kuzey Amerika ve Avrupa’da da artıyor.

Fransa Halk Sağlığı Kurumu, ülkede EG.5’in 17 Temmuz’da sekansların yüzde 26’sını temsil ettiğini, bir önceki hafta ise sekansların yüzde 15’ini oluşturduğunu ve bunun “küresel durumla tutarlı” olduğunu bildirdi.

İngiltere’de, özellikle EG.5.1 ülkedeki varyantlar için en hızlı büyüme oranına sahip ve vakaların yüzde 14’ünü temsil ediyor. 

İngiltere Sağlık Güvenliği Ajansına (UKHSA) göre, yeni varyant Eris, ülke genelindeki her 7 yeni vakadan birini oluşturuyor.

Eris, yüzde 39,4’le vakaların yaklaşık yarısını oluşturan Arcturus’tan sonra İngiltere’de en yaygın ikinci varyant olarak kayıtlara geçti.

Hastalık Kontrol ve Önleme Merkezlerinden (CDC) alınan verilere göre, ABD’de EG.5, vakaların yaklaşık yüzde 17’sine tekabül ediyor ve izlemede olan diğer Omicron türlerinden daha fazla.

DSÖ, varyantla ilgili risk değerlendirmesinde “EG.5 prevalansının (yaygınlık) arttığı bazı ülkelerdeki vakalarda ve hastaneye yatışlarda artış görülmüştür, ancak şu anda EG.5 ile doğrudan ilişkili hastalık şiddetinde bir artış olduğuna dair herhangi bir kanıt yok” ifadelerine yer verdi

Kaynak Euronews

Konu ile ilgili yorumlarınızı bekliyorum

Dormant strains of bacteria that have previously adapted to cope with certain temperatures are switched back on during climatic change, according to a report published today in eLife.

Bugün eLife'da yayınlanan bir rapora göre, daha önce belirli sıcaklıklara maruz kalmış bakteri türleri, iklim değişikliklerine daha kolay adaptasyon sağlayabiliyor.

The results have important implications for predicting the impact of global warming on ecosystems.

Microbes are integral to ecosystem function, because of their key roles as pathogens, food sources and in nutrient recycling. To understand the profound impact of climate change on the function of different ecosystems, it is therefore necessary to study the microbial communities within them.

“Microbial communities can respond to warming in the short term by acclimation — developing unique traits to suit the environment or through the longer term by adaptation, where they make evolutionary changes over many generations,” explains lead author Thomas Smith, Research Associate at the Georgina Mace Centre for the Living Planet, Imperial College London, UK. “But there is also a third mechanism, called species sorting, whereby the composition of the overall community — that is, which species are present — alters with changes in temperature. The importance of species sorting relative to acclimation and adaptation has not previously been explored in the context of microbial community responses to changing temperature. “

To address this, the team carried out a species sorting experiment, where they grew replicate soil bacteria communities collected from a single site at different temperatures ranging from 4°C to 50°C. They then measured the growth and metabolism of each isolated strain of bacteria across these different temperatures to determine their thermal performance, and studied the genetic sequences of isolated bacteria to see how temperature-response traits evolved over time.

They found that evolutionarily and functionally distinct communities emerged at each of the temperature conditions, driven by the resuscitation of microbial strains that had been inactive under previous environmental conditions. This suggests that rather than new bacteria moving into a community to suit the new conditions the parent community harbours multiple bacterial strains that are pre-adapted to survive at different temperatures and can switch on when their preferred temperature is reached. As a result, microbial communities in nature are likely to be able to respond rapidly to temperature fluctuations.

“Understanding the relative importance of acclimation, adaptation and species sorting in the assembly and turnover of microbial communities is key to determining how quickly they can respond to temperature changes. Until now, a mechanistic basis of these community-level responses had not been discerned ,” concludes senior author Thomas Bell, Professor of Microbial Ecology at the Georgina Mace Centre for the Living Planet, Imperial College London. “We have found that the resuscitation of functional diversity within a microbial community can allow the whole community to survive in response to temperature changes. Further studies on other microbial communities — such as those residing in water — will support more accurate predictions of the effects of climate change on different ecosystems.”


Story Source:

Materials provided by eLifeNote: Content may be edited for style and length.


Journal Reference:

  1. Thomas P Smith, Shorok Mombrikotb, Emma Ransome, Dimitrios – Georgios Kontopoulos, Samraat Pawar, Thomas Bell. Latent functional diversity may accelerate microbial community responses to temperature fluctuationseLife, 2022; 11 DOI: 10.7554/eLife.80867

Cite This Page:

eLife. “Dormant microbes can ‘switch on’ to cope with climate change.” ScienceDaily. ScienceDaily, 29 November 2022. <www.sciencedaily.com/releases/2022/11/221129112755.htm>.

SİYAH VE YEŞİL ÇAY İÇMENİN SAĞLIĞIMIZA FAYDALARI

Günlük bir fincan çay, hayatınızın ileri dönemlerinde daha sağlıklı olmanıza yardımcı olabilir. Ancak çay tiryakisi değilseniz, diyetinize ekleyebileceğiniz başkaca flavonoidler içeren besinler de vardır.

Bunlar, siyah ve yeşil çay, elma, fındık, narenciye, çilek ve daha fazlası gibi birçok yaygın yiyecek ve içecekte doğal olarak bulunan maddeler olan flavonoidlerdir. Uzun zamandır çaydada olan flavonoidlerin sağlık bakımından yararlı oldukları bilinmektedir. Edith Cowan Üniversitesi’nde yapılan bir araştırmada, çayın faydasının bizim için daha önce düşünülenden daha da faydalı olabileceği rapor edilmiştir.

Kalp Vakfı’nın desteklediği çalışma, 881 yaşlı kadın (ortalama yaş 80) üzerinde yapılmış ve bu kadınların, diyetlerinde yüksek düzeyde flavonoid tükettikleri takdirde, yaygın abdominal aortik kalsifikasyon (Damar sertliği, AAC) birikimine sahip olma olasılıklarının çok daha düşük olduğunu bulunmuştur.

Damarlarda kalsiyum birikmesi, kalpten karın organlarına ve alt uzuvlara oksijenli kan sağlayan vücuttaki en büyük arter olan abdominal aortun kalsifikasyonudur ve kalp krizi ve inme gibi kardiyovasküler risklerin bir göstergesidir. Ayrıca, aort damarlarındaki kireçlenmenin ileri yaştaki bunamaya da (Demans) veya Alzheimer) sebep olduğu bulunmuştur.

Edith Cowan Üniversitesi Beslenme ve Sağlıkta İnovasyon Araştırma Enstitüsü araştırmacısı ve çalışma grubu başkanı  Ben Parmenter raporunda , birçok besinin flavonoid kaynağı olmasına rağmen, bazı besinlerin, örneğin siyah veya yeşil çay’ın özellikle yüksek miktarlarda flavonoid içerdiğini ve bunun yanında diğer bazı ürünlerin de, örneğin yaban mersini, çilek, portakal, kırmızı şarap, elma, kuru üzüm/üzüm ve bitter çikolata’nın da zengin flavonoid içerdiğini rapor etmiştir.

Flavonoid ailesi

Flavan-3-ols ve flavonols gibi birçok farklı flavonoid türü vardır.  Yapılan bilşimsel çalışmada, daha yüksek oransa  flavonoid, flavan-3-ol ve flavonol verilen kişilerin  yoğun damar sertliğine sahip olma olasılığı yüzde 36-39 daha düşük bulunmuştur. Örneğin flavonoidlerin kaynağı olarak siyah çay ile ilgili yapılan çalışmada damar sertliği oranının daha düşük olduğu tespit edilmiştir. Bu çalışma aynı zamanda çay içmeyen gruplarla karşılaştırıldı. Buna göre günde 2-6  bardak içen katılımcıların yüksek damar sertliğine  maruz kalma oranı yüzde 16-42 daha düşük çıkmıştır.  Bununla birlikte, bu çalışmada meyve suyu, kırmızı şarap ve çikolata gibi diğer bazı flavonoid besin kaynakları tüketilmesi,  siyah ve yeşil çay kadar damar sertliğini engeleyemediği tespit edilmiştir. Ama bunun anlamı çay dışındaki flavonoid içeren gıdaların damarlarda sertliğe ve kireçlenmeye faydası olmadığı anlamına gelmez. Aksine bu araştırmacılar sadece çay değil, siyah çay dışındaki kaynaklardan elde edilen flavonoidlerin de damar sertliğine karşı koruyucu olabileceğini belirtmişlerdir. Bu nedenle çayı sevmeyen kişilerinde flavonoid içeren diğer gıdaları tüketmeleri halinde damar sertliği oluşumunu azaltabileceklerini ifade edilmektedir.

Daha önceki bilimsel çalışmalarda, (Arteriosclerosis, Tromboz ve Vascular Biology’de) yüksek flavonoid tüketiminin yaşlı kadınlardan oluşan bir deney grubunda  daha az yaygın abdominal aort kalsifikasyonuna sebep olduğu bilimsel olarak yayınlanmıştı.

kaynak: Edith Cowan Üniversitesi

Yayın  Referansı: Benjamin H. Parmenter, Catherine P. Bondonno, Kevin Murray, John T. Schousboe, Kevin Croft, Richard L. Prince, Jonathan M. Hodgson, Nicola P. Bondonno, Joshua R. Lewis. Daha Yüksek Alışkanlıklı Diyet Flavonoid Alımı, Yaşlı Kadınların Bir Kohortunda Daha Az Kapsamlı Abdominal Aort Kalsifikasyonu ile İlişkilendirir. Arteriyoskleroz, Tromboz ve Vasküler Biyoloji, 2022; 42 (12): 1482 DOI: 10.1161/ATVBAHA.122.318408

Konu ile ilgili yorumlarınızı bekliyorum